]]>

17 Kasım 2017 Cuma

Turizmin Öbek Noktası

Son zamanlarda turizm alanında yazılanların önemli bir bölümü, gelen turist sayısı bakımından kabul edilebilir belirli bir sayıya ulaşıldığı ancak, gelirlerde önemli düşüşlerin yaşandığı ile ilgili. 

Turizm sektörümüzün sistematik araştırma ve raporlama geleneğinden yoksun olması nedeniyle bu son dakika, “last minute”, analizler sektör ilgililerinin büyük bir bölümü tarafından doğru ve alınan önlemlerin başarısı olarak değerlendirilebiliyor. Bu tür yaklaşımlar sorunu genellikle konjonktüre bağlı olarak ele alma yanlışına düşebilirler. Oysa sorun tamamıyla yapısaldır ve derinlemesine analizler yapılmadan çözülebilmeleri olası değildir.

Çok kaba bir analiz bile, başta Antalya olmak üzere, ülkemizde fiyatların 1990’lı yılların başından beri, göreli olarak sürekli düşme eğiliminde  olduğunu  ortaya koyacaktır.  Bu eğilimin en önemli nedenlerinden biri sektörün güneş-deniz-kum gibi özgün olmayan, rakibi çok bir ürün üzerine oturtulması ve yine rakibi çok konaklama tesisleri merkezli bir turizm anlayışını egemen kılması ise, ikincisi ülkenin öncelikli ve hemen hemen tekil bir hedef olarak seçtiği (batı, Avrupa) ülkelerdeki “imaj” sorunumuzdur. Bu iki nedenin derinlemesine irdelenememiş, raporlara bağlanamamış ve çözümlerinin üretilememiş  olması Türk turizmini, deneyimli, beklentisi değişken ve alternatifleri çok olan bu “tek ürün, tek pazar” karşısında, ister istemez, çok kırılgan ve  “fiyat düşürdükçe müşteri  bulabilen” bir yapıya zorlamıştır. Bu yapısal sorunlar kısa süreli konjonktür değişimlerinin çok daha ağır etkiler yaratabilmesine de neden olmaktadır.

Başlangıcından, yani 1980’li yıllardan beri, Türk turizmi hep Kuşadası, Kapadokya, Pamukkale başta olmak üzere turizm merkezleri yaratmak sevdasında olmuştur. Buralarda yapılanlara baktığınızda, turistik değerlerin travertenlerin üzerine, peri bacalarının arasına konaklama tesislerinin yapılmış olduğunu görürsünüz. Bu turizm merkezi ya da turizm kavramından turistleri o merkeze çekecek değerler bütününün değil, ancak konaklama tesisi inşasının anlaşıldığını net bir biçimde ortaya koyar. Hatırlayınız, Kapadokya bölgesinin Göreme ve Şehir gibi ilk konaklama tesisleri, turistik değerlerden makul uzaklıkta, Nevşehir kentinin içinde inşa edilmişlerdir. Bu öncü tesisler konaklama tesislerinin peri bacaları arasına yapılmaya başlamasıyla, kapılarına kilit vurmak zorunda kalmışlardır. Yani, Kapadokya özelinde, başlangıçta doğru olan yaklaşım, sonradan, turizm profesyonellerinin baskılarıyla, turistlerin gelme nedenlerini tahrip eden bir mecraya yönlendirilmiştir.

Dünyanın en ünlü ve en çok ziyaretçi çeken turizm merkezlerinden biri olan Büyük Kanyon’un  konaklama merkezinin Las Vegas olduğunu, kanyon çevresinde peyzajla uyumlu çok sınırlı sayıda konaklama tesisi olduğunu hatırlayınız ve Kapadokya ile kıyaslayınız.

Geç de olsa Pamukkale’de bu yanlış  anlaşılmış ve traverten teraslar üzerine inşa edilmiş olan konaklama tesisleri turistik değerlerin dışına taşınmıştır. 

Oysa turizmde konaklama tesisi sadece ve sadece bir araçtır. Hemen hiçbir turist bir ülke ya da coğrafya parçasına oradaki bir konaklama tesisi için gitmez. Oraya gitme kararının oluşmasında belirleyici olan turistik ürünlerin farklılığı, niteliği, çekiciliği, vb. etkenlerdir. Örneğin, Antalya’yı “turizm merkezi” ya da “turizmin başkenti” yapan, yapması gereken sahip olduğu binlerce konaklama tesisi ya da sayıları milyonlarla ifade edilen turistler değil, güneşi-denizi-kumu dahil, sahip olduğu özgün tarih, doğa, kültür, vb. değerleridir. Antalya ancak bir tarih, bir doğa, bir kültür kenti olarak algılanıp, bu özgün değerleri ile ortaya koyulduğunda, ister istemez, bir turizm merkezine ya da başkentine dönüşür. Dönüştüğü için de konaklama tesislerinin yapımı gerekli hatta zorunlu hale gelir. 1980’li yılların sonu ile 1990’lı yıllarda yaşanan aynen bu idi. Tesis eksikliği nedeniyle esnaf otellerinin turistik otellere dönüştürüldüğü dönemleri hatırlayınız. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder